HOPPALA İLE CUPPALA
HOPPALA İLE CUPPALA ORMANDA
-Cup!
Diye bir ses duydu.
-Cup!
Bir daha. .
-Cup! Cup! Cup!
Minik uzun burnunu yukarı kaldırdı, çekik gözleriyle etrafa bakındı. Çalılıkların arkasında yine o ses:
-Cup! Cup! Cup!
Dayanamadı, çalılıkların arkasına doğru yürüdü. Bir de ne görsün?Ufacık bir göl . Gölün üstündeki nergis yapraklarından birinin üzerinde küçücük fakat iri gözlü sevimli bir kurbağa oturmuş, tatlı tatlı, neşeli neşeli ona bakıyor.
İlk defa böyle bir yaratık görüyordu. Biraz merak, biraz da korkuyla sordu:
-Sen kimsin?
Küçük yeşil kurbağa neşeli bir şekilde önce.
-Vırakkk! diye kendi dilinde onu selamladıktan sonra:
-Benim adım Cuppala... Vırakkk... Senin adın ne?
-Ah, özür dilerim kendimi size tanıtmadım, benim adım Hoppala, ormanda yaşıyorum, diye cevap verdi.
Hoppala çok korkmuştu. Tabii ki minik kurbağadan değildi korkusu. Hava kararmak üzereydi. Yuvasından epey uzaklaşmıştı. Adından anlaşılacağı gibi hoplayarak gezmek çok hoşuna gidiyordu. Annesinden, o gün ormanda rahatça hoplayıp gezmek için izin almıştı.
Annesi:-Aman çok uzaklaşma, bir tehlike olursa veya yorulursan ben buralardayım unutma, diye iyice tembihlemişti.
Annesinin bütün uyarılarına rağmen o kadar çok hoplayıp zıplamıştı ki havanın karardığının farkına varamamıştı. Üstelik çok da yorulmuştu.
-Ah !Şimdi anneciğim yanımda olsaydı! Dedi kendi kendine.
Bu isteğini biraz yüksek sesle söylemiş olmalıydı ki, Cuppala atıldı:
-Senin bir derdin,bir sıkıntın mı var?
-Eveet, dedi, ağlamaklı. "Evimden çok uzaklaşmışım, ben şimdi nerede sabahlayacağım? Annem ve babam beni merak edip ararlarsa?
-Derdin bu muydu? diye hafifçe çıkıştı Cuppala.
Hoppala’nın birden çekik gözleri irileşti.
-Belki de böyle iyi olacak, benim değerimi daha iyi anlarlar, aramaya çıkarlarsa beni ne kadar sevdiklerini de anlamış olacağım. Papuçlarımı nasıl dama atarlarmış görürler, dedi.
-Sen neler söylüyorsun dedi, Cuppala. Devam etti:
-Çocuğunu sevmeyen anne baba olur mu?
-Sen bilmiyorsun, senin kardeşin yok ki. Bana bir kardeş gelecek, benim yatağımı onun için hazırlıyorlar; eşyalarımı ve oyuncaklarımı kimseyle paylaşmak istemiyorum. Arkadaşlarım, bana "Senin papucun dama atıldı artık" diyorlar.
-Benim kardeşim olmadığını sen nereden biliyorsun? Hem de o kadar çok ki! Hem ayrıca senin eşyalarını kardeşine vermelerinde bir sakınca yok. Hatta oyuncaklarını da kardeşinle paylaşmalısın.
Hoppala kızgın kızgın baktı Cuppala’ya... O da ormanın bilgini Koca Kulak gibi konuşuyordu. Başını biraz öne eğdi, derin bir iç çekti:
-Şeyyy, aslında ben annemi paylaşmak istemiyorum. Her zaman yorulduğumda onun karnındaki sıcacık cebinde uyumak çok güzel.
-Biraz bencilce bir davranış... Vırakkk... Bencil yaratıklarla konuşamam.
Bu son sözlerle Cuppala göle dalıverdi.
- CUP!
Hoppala şaşkın şaşkın baktı, sonra yüksek sesle ağlamaya yalvarmaya başladı.
-Cuppala kardeş ne olur benimle biraz daha konuş, ailemi bulmama yardım et. . .
Bu sefer göl kıyısında küçük bir taşın üstünde biraz kızgın kendisine bakan Cuppala:
-Senin gibi bencil, yalnız kendi rahatını düşünen bir çocuğu ne yapsın ailen? Bence seni aramak yerine, kaybolduğun için sevinip bayram yapmalılar, dedi.
-Gerçekten böyle mi düşünüyorsun, benden kurtuldukları için seviniyor olabilirler mi?
-Ben onların yerinde olsam bencilliğinden dolayı sana çok kızardım. Kardeşin ve ailenin ne demek olduğunu bilmiyorsun!
Cuppala bunları söylerken ağlamaklı olmuştu. Hoppala bir an bir hata yaptığını düşündü.
-Senin ailene ne oldu, neden dertlisin, yoksa seni terk mi ettiler?
-Yoo, onlar terketmediler, hem niçin terketsinler?
Cuppala’nın iri gözleri dolmuş, mahzunlaşmıştı.
-Hadi anlat meraktan çatlayacağım, hem belki de ailelerimizi birlikte buluruz.
Son cümle karşısında Cuppala’da, Hoppala’ya karşı merhamet uyandı.
Aynı zamanda içinde de bir umut ışığı yandı. Kimbilir, belki de ikisi beraber olurlarsa problemlerin daha kolay üstesinden gelebilirlerdi. Birlik içinde çalışmanın, beraber olmanın ve yaşamanın büyük bir güç olduğunu ona kalabalık bir aile reisi olan büyükbabası öğretmişti.
-Ailemle birlikte büyük gölde yaşıyorduk. Geçen ay çok fazla yağmur yağdı. Tabii ki seller sonucu göller, nehirler taştı. Bu taşkın sebebiyle de ailemiz dağıldı. Onlarla birlikteki güzel günleri arıyorum. Bu gün benim doğum günüm. Ailemin de benim için aynı saatte şarkı söyleyeceğini düşünerek şarkı söyleyip kendimi eğlendirmeye, mutlu olmaya çalışıyordum, dedi Cuppala.
Çok üzgün olduğu her halinden belli oluyordu. Ancak başta bu üzüntüsünü çok iyi saklamasını becermişti.
-Bu kadar acı çektiğin halde yine de neşeli görünebiliyorsun, dedi Hoppala.
-Şartları değiştirmeye gücümüz yetmiyorsa, ellerimizdekilerle mutlu olmayı bilmeliyiz, diye cevap verdi bilgiç kurbağa.
Onlar böyle konuşurlarken vakit bir hayli ilerlemişti. Gökyüzünde yıldızlarla birlikte Ay onlara gülümsüyordu. Hoppala yorgunluktan ve korkudan esnemeye başlamıştı.
Uyku saati çoktan geçmişti. Annesinin ninnilerini düşündü. Yüreği burkuldu.
Ağaçlarda öten puhu kuşlarının ve baykuşların sesleri ona ninni gibi gelmeye başladı. Gözleri süzülüyordu. Onun uykusunun geldiğini farkeden Cuppala:
-Hadi şimdi uyuyalım, sabah erken ailelerimizi ararız , dedi.
Cuppala’nın sözleri daha bitmeden Hoppala yorgunluk ve uykusuzluktan çoktan kendinden geçmiş ve rüyalar ülkesine uçmuştu bile. . .
Annesi bir melek gibi başucundaydı. Ona her zamanki ninnisini söylüyordu.
Hoppala yavrum uyusun,
Uyusun da büyüsün.
Büyüsün de hoplasın,
Daldan meyve toplasın.
Hoppala yavrum diyeyim,
Bebeğimi seveyim.
Hoppala yavrum gel bana,
Neler alayım sana.
Hoppala biricik bebeğim,
Seni ben çok severim.
Sabaha kadar sürmüştü bu güzel ninni. Ancak son cümle Hoppala’nın kafasına takılmıştı. Artık, annesi onu eskisi kadar sevmeyecekti. Belki de kardeşine söylüyordu bu ninniyi. Birden rüyası kabusa dönüştü. Korku ve öfkeyle uyandı.
Güneş büyük kocaman ağaçların dalları, yaprakları arasından gülümsüyordu.
Cuppala bir taşın üstünde tatlı tatlı ona bakıyordu.
-Vırakkk, günaydın, neden korktun öyle? Sabaha kadar çok güzel uyumuştun.
-Rüyamda kardeşim olmuş, benim ninnilerimi annem ona söylüyordu.
-Ahhh, dedi Cuppala, biz ninnilerimizi hep birlikte söylerdik. Göl bizim şarkılarımızla inlerdi, diye iç geçirdi.
Hoppala yine bir hata yaptığını anladı. Sözü değiştirmek istedi.
-Hadi ailelerimizi arayalım, bak bir fikrim var, sen de güzel zıplıyorsun ama benim kadar değil, benim cebimde olursan daha çabuk ilerleriz. Yalnızca sen bana senin ailenle yaşadığın gölün ne tarafta olduğunu söyle.
Hoppala’nın sözü biter bitmez Cuppala çoktan onun cebine girmişti bile bir zıplayışta.
-Şu büyük çınar ağacı var ya onun yanından geç, tepeyi aşınca sana tekrar tarif ederim, dedi Cuppala.
Cuppala’nın sözü biter bitmez bir hoplayışta kendilerini tepede buldular.
Burası ormanı kuşbakışı görüyordu. Alabildiğine yemyeşil ağaçların arasında masmavi göl çok güzeldi. Cuppala sevinçle haykırdı.
-Yaşasın, işte benim yuvam, ne olur biran evvel oraya gidelim.
Bunları o kadar içten söylemişti ki, Hoppala da kendi ailesini ne kadar çok özlediğini düşündü.
-Tamam, seni hemen o göle götüreceğim, yalnız bizimkileri nasıl bulacağımı bilmiyorum, acaba onlar beni unuttular mı?
Cuppala, bencilce heyecanından utanmıştı. Arkadaşına nasıl yardımcı olacağını düşündü, onu şimdilik sadece teselli ederek moral verebiliyordu.
-Ne kadar karamsarsın. Bence hiçbir zaman ümidini kaybetmemelisin. Sen onları ne kadar çok seviyor ve düşünüyorsan emin ol onlar da seni daha fazla düşünüyorlardır. Kimbilir zavallı anneciğin senin için ağlamaktan ne hale gelmiştir?
Bir yandan bunları konuşuyorlar bir yandan da hoplaya hoplaya tepeden aşağıya iniyorlardı. Büyük bir çam ağacının gölgesinde biraz dinlenmek istedi Hoppala. Bu arada karnının iyice acıktığını hissetmişti.
Akşamdan beri ağzına bir lokma yiyecek koymamıştı. İlerleyebilmesi için enerjiye ihtiyacı vardı. Annesi ona sabah kahvaltısının önemini öğretmişti. Çok güzel, iyi bir kahvaltı, düzenli ve dengeli beslenme; sağlık, enerji ve başarı demekti. Hoppala, şimdi bunu daha iyi anlıyordu. Çünkü çok istediği halde onu ailesine götürecek olan bacaklarında derman tükenmişti. Biran evvel karnını doyurmalıydı. İştahla hemen, çevresindeki yemişlerden atıştırmaya başladı. Cuppala onu merakla seyrediyordu. O da çok susamıştı. Çünkü o, Hoppala uyurken, erkenden uyanmış kahvaltısını yapmıştı. Hem zaten gölde yaşadığından o kadar uzun süre susuz kalamıyordu.
-Ben de çok susadım, dedi Cuppala.
-Özür dilerim, bir an çok acıktığım için yalnız kendimi düşündüm, seni göle götürebilmem için bu enerjiye ihtiyacım vardı, dedi.
Onlar böyle konuşurlarken bir dala konan kara karga:
-Hoppala, sen ne arıyorsun buralarda, annen baban sabaha kadar seni aradılar, sen iyi bir cezayı hak ettin, dedi.
Hoppala, bu sözlere sevinsin mi üzülsün mü bilemedi. Gerçekten cezayı hak etmişti. Ancak, anne ve babasının sabaha kadar kendisini aramalarına da çok sevinmişti. Demek ki, kendisini çok seviyorlardı. O bunları düşünürken, kara karganın sesini duydu. Biraz muzipçe gülüyordu. Zaten çoğu zaman herkesle alay ederdi, dalga geçmeyi çok severdi kara karga.
-Sen istersen eve dönme, çünkü papucun dama atıldı.
Hoppala gerisini duymak istemiyordu. İri çekik gözleri mahzunlaştı. Cuppala’ya:
-Hadi sen çok susadın, hem bir an önce ailene götürmeliyim, dedi. Oradan çabucak uzaklaşmak istiyordu. Bir iki hoplayışta çoktan göle gelmişlerdi bile.
Hoppala gölün güzelliği karşısında büyülenmişti sanki.
-Cupp! Cupp! Cupp!
Onlarca ses:
-Cupp! Cupp! Cupp!.......
Bir anda gölün üstündeki nergis yapraklarına oturan kurbağaların neşeli sesleriyle doldu her taraf. Cuppala’nın sevincine diyecek yoktu. Hoppala’ nın gözleri doldu. Kendi ailesini hatırladı. Acaba onlar da kendisini böyle karşılarlar mıydı?
-Yok, dedi kendi kendine, benim pabucum dama atıldı, beni seven ailem yok artık.
Ailesiyle kavuşan Cuppala, Hoppala’ ya:
- Sana çok teşekkür ederim, sen olmasaydın aileme kavuşamazdım. İstersen sen de bizimle kalabilirsin, dedi. Onun ne kadar üzüldüğünü anlamıştı.
Birden havada bir gaklama duydular. Gelen Kara kargaydı gelen. Bir yandan da:
-Sen düşüncesiz bir çocuksun, seni dövmeliler, diyordu. Az sonra ağzına aldığı bir çubuğu havalanıp Hoppala’ nın üstüne fırlattı. Hoppala ne oluyor diyemeden...
Bir sıçrayışta yanına gelen annesi ve babasını gördü karşısında. Çok şaşırmıştı. Öylece kalakaldı. Annesi iki gözü iki çeşme sabaha kadar ağlamaktan yorgun düşmüş vaziyette, bir hamlede yavrusunu kucağına aldı, yanaklarından öperek onu koklamaya, öpmeye başladı. O, annesi ve babasından ceza ve azar beklerken, bu davranış karşısında şaşırmıştı.
-Bizi çok yordun ve üzdün Hoppala, kardeşine dua et, onun gelişinin sevincine bu seferlik yaptığın yaramazlığı affediyoruz. Ayrıca seni bulmamızda bizlere yardımcı olan kargaya da teşekkür etmelisin, dedi babası.
Hoppala, herkese şaşkın bakınırken annesinin karnındaki cebinden küçük bir baş uzandı. Çevresinde olup bitenleri merak edercesine bakınıyordu. Annesi:
-Bak, kardeşin, tıpkı sana benziyor değil mi? O da seni çok özledi. Bundan böyle birlikte oynarsınız. Öğrendiğin her şeyi ona öğretirsin değil mi yavrum? dedi.
Annesinin sözü biter bitmez o küçük, ufacık başın sahibi bir zıplayışta yere indi. Hoppala da dayanamadı, annesinin kucağından yere atladı. Kardeşini daha yakından görmek istedi. Bir de ne görsün, kendisine benzeyen kardeşi ufacık olmasına rağmen, hopluyor, zıplıyordu.
Çok heyecanlandı, her şeyi bir anda unutuvermişti. Sevinçle haykırdı:
-Anneciğim onunla oynayabilir miyim? Ona ne diyeceğiz, adı ne olsun?
-Adını sana bıraktık, sen söyle adını, dedi annesi gülümseyerek.
-Zıp Zıp olsun, baksanıza ne kadar güzel zıplıyor.
Hoppala’ nın sevincine ortak olan Cuppalanın ailesi koro halinde şarkılarına devam ederken, Cuppala, fısıltıyla:
-Hoppala, yapman gereken bir şeyi unutmuyor musun? dedi.
-Haklısın dedi, ben çok hata yaptım.
Hoppala, başını öne eğerek gidip önce babasının sonra annesinin ellerinden öptü.
-Sizleri bu yaptığım yaramazlığımla çok üzdüm, özür dilerim. Bir daha böyle şeyler yapmamaya da söz veriyorum. Bu arada bir şey daha öğrendim; sizleri ne kadar çok sevdiğimi. . .
-Elbette, bizim seni ne kadar çok sevdiğimizi de öğrenmişsindir, dedi annesi; aynı zamanda Hoppala’ ya sevgi ve şefkatle sarıldı.
Cuppala ve ailesiyle vedalaşıp yeni arkadaşlar kazanmanın, aynı zamanda ailesine kavuşmanın verdiği sevinçle evlerine dönerlerken Hoppala ve Zıp Zıp el ele tutuşmuş şarkı söylüyorlardı.
Hoplaya hoplaya
Zıplaya Zıplaya,
Gezeriz ormanı
Severiz hayatı.
Elele tutup oynayalım,
Haydi ona kadar sayalım.
Bir, iki, üç Hoplayalım,
Dört, beş, altı Zıplayalım.
Meyveleri toplayalım.
Yedi, sekizde biraz duralım.
Karnımız hemen doyuralım,
Dokuz, on olmadan uyuyalım.
Hoppala’ nın sevincine diyecek yoktu. Ana okulunda öğrendiği bu güzel şarkıları kardeşine öğretebilecekti.
Annesi ve babası da mutlulukla gülümsüyorlardı. Böyle güzel akıllı ve birbirini seven, birbiriyle her şeyi paylaşabilecek, birbirine hayat boyu yardımcı olabilecek iki güzel yavruları olduğu için Allah’a şükrediyorlardı.